top of page
Writer's pictureOlgay

yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz hoop plazadayız

Sözlerime kocaman bir AMİN diyerek başlamak istiyorum. Allah herkesin plazasını (geri) versin. Çünkü gerçekten can sıkıcı bir hal aldı. Homofislik bu değil, katiyen. Yıllarını bu uğurda feda etmiş biri (1) olarak söylüyorum …


 -Çin işkencesi resmen bu evladım!

-Sana ne elin Çin’inden be adam? Anarşik mi oldun? Karışma, gir içeri!

-Yavrum aldırın beni evden. Benim hakiki yaşım 40 küsur, 70 diye uyduruyo bunlar. Salın beniii !!!


Bu anonim tontonlara buradan selamlarımızı gönderiyoruz. Merabayın Edirne !


7den 70e herkesi perişan etti bu aşılara gelesice sars’ın evladı. Ruhumuz daraldı evlerde. Gerim gerim gerildik.... Lütfen, yetkililer sesimizi duysun. Dezenfektanı ve maskeyi bırakın. Aşısından, ilacından geçin. Antidepresana yüklenelim. Sosyal mesafesi, karantinası batsın! Bu işin sonunda Tuentin Qarantino (2) filmlerine dönecek ortalık. Kollar bacaklar havada uçuşacak. Demedi demeyin.


Serotonini kaçmış 8 milyar insan, tıkıldık kaldık şuncacık gezegene. Coğrafya hakikaten kadermiş ya. Mars’ını sevdiğimin galaksisi!


Türlü türlü sıkıntılar baş gösterdi. Salondan mutfağa giderken omuz atılıyor masum insanlarımıza. Bi’şey desen, aç bırakılıyorsun öğünlerce. Önceleri konduramadım. Dedim yok, havalardandır, geçer yakında. Malum, tee geçen ağustosta görmüşüz güneşi en son.


Kapkara bulutları, kasvetli, hafakanlı iklimi ile Berlin, size eşsiz bir depresyon deneyimi vadediyor. Ben diyeyim "Mayıs Sıkıntısı", siz deyin "Masumiyet". Yaprak hışırtıları, kapı gıcırtılarına karışıyor.


(Çok sinematografik oluyor bu sefer ama denk geldi. Son'una kadar böyle ;) )


-Evlerden ırak, bakışlarına bir şizoluk indi hayatım. Muhakkak bi’şeye mi sıktım canını yine?

-Cinnet getiriyorum. Çık burdan.

-Salona gideyim madem.

-Orda yakalarım ben seni. Berlin’den çık!

-Ama araba yok bişey yok ben nereye gideyim gecenin bu vakti?

-Atla Über’e git.

-Maşallah! Batı’nın tekniğini ne de çabuk aldın, dii mi?


Berlin böyle de acaba Ege kıyılarımızda durum nasıl? İnsan merak ediyor doğrusu.


Derken, pat Ayvalık’tan pampam bana vidyo attı. “Gene mi Cunda’da kahvaltı lan? Yeterin arkadaş ya! Bi pazar da evde oturun.” diye geçirdim içimden. Meğer bu sefer olay farklıymış. Pampam portmantonun arkasından, eşinin gizli çekimini yapmış. Karşı daireden komşu aplasıyla havadan sudan konuşuyor yeng’anım…


-Ablacım, kısır yapıyodum da taze soğan kalmamış bizde. Varsa, 2 fincan Xan*x verebilcen mi bana? Yoksa bizimkini doğrıycam.


Komşuda da bitmesin mi haplar? Ay ay ay! Arkaaşım kendini son anda banyoya zor kilitleyebildi.


-Napçam ben olm? Çabuk yaz. Kafa atıyo kapıya.

-Salçayı kavurmamışsa, kısırdan bulgur pilavına döndür. Taze soğan yok onda. Kavurmuşsa da, at kendini yere ölü taklidi yap.


­Birkaç nahoş laf yazdı akabinde. Sanırım yeng’anım içeri girmeye muvaffak oldular. Yoksa benim arkaaşım yazmaz öyle şeyler.


Özel hayatlar stresli & gerilimli de kurumsal dünya farklı mı sanki?


Geçen neandartal arkadaşlarla yine onlayn toplantıdayız. 2 ayın sonunda jöleyi, jileti, yaşama sevincini tüketen homosapiens arkadaşları ayırt etmekte artık zorlanıyoruz. Bana Hans dediler, Volfgang dediler, Klodya dediler. Hangimize üzüleceğimi bilemedim.


-Bu böyle olmıycak arkadaşlar, dedi müdür.

-Evet hocam ya. N’olur kapatalım şu kameraları. Tiplere bak ya, dedim.

-Öyle değil, Tobiyas. Hepimiz zor durumdayız. Bu pandemiye biz de çözüm üretelim diyoruz.

Diyince artık dayanamadım, lafı koydum gediğine.

-Haa onu mu diyodun sen ? Pardon ya! Çok özür.


Pencereye doğru çevirdim başımı usulca. Gözyaşlarımı gizledim, üzülsün istemedim ekip arkadaşlarım.

-Olgay ? dedi tanıdık bir ses.

Şükür tanıdı birisi beni.

-Yok bişey ya. Siz devam edin. Kulağım sizde.

-Şşşt!..Aloo!


Deyince dedim n’oluyoruz? Döndüm ki, hanım gelmiş odaya. Çorapları istiyor, renklileri atıyomuş makineye. Tribimi kursağıma dizdi.


Evet, toplantı diyoduk...


Havadaki esintiden bir beyin fırtınasının daha yaklaştığını hissedebiliyordum. Yine herkes aklına geleni söyleyecek. Sonra da bu ipe sapa gelmez şeylerden… Te Allah’ım ya…

Bir, iki, üç, beş sustum sustum ama “Aşıya, ilaca daha en az 1 yıl var”, dediklerinde sabrım taştı.


-Bi dakka ya, dedim. Kim uyduruyor böyle şeyleri? Bizim Paça Tıp’tan arkadaşlar var. Onlar söyledi ya aylar evvel. Kellepaça şurup, Ayakpaça serum hazır zaten. İşkembe aşısı için de DSİ’den onay bekliyoruz.


Alkış kıyamet!


-DSÖ olmasın o? dedi hasedin teki.

-Öşleri ne bilader? Türkçe benim anadilim ya. Dünya Sakatat İşleri’ni bana mı öğretiyosun?


Müdür girdi araya.


-Tamam arkadaşlar. Tıp bizim işimiz değil zaten. Biz daha çok mühendislik düşünüyoruz, dedi.


“Bilgisayar yaz o zaman. Altın bileziğin olur kolunda.” diyeydim keşke. Güzel şaka olurmuş aslında.


Neyse uzatmayayım lafı. Bayağı güzel fikirler çıktı aslında. En güzellerini (benimkileri) size de yazayım dedim. Sonuçta hepiniz okumuş insanlarsınız. Akıl akıldan üstündür. Birin üstüne on koyup ortak bir şeyler çıkarırız belki.


Diyorum ki, acaba bu virüsü ele bulaşmadan durduramaz mıyız? Yani okuyoruz işte; Tahtada şu kadar, metalde bu kadar, kumaşta şu kadar zaman duruyor diyorlar. Eyvallah. Peki, bunun hiç duramayacağı bir malzeme, bir zemin yok mu yani? Veya üretilemez mi? Yapalım bir krem falan sürelim. Veya tutunamayacağı malzemeden bir eldiven güzel olmaz mı? Kaydıralım ayağını, rahatlayalım hep beraber. Nano teknolojiyi biz bugünler için geliştirmedik mi? Ben anlamıyorum yani. 


Su tutmayan kumaş, yağmur itici cam spreyleri veya teflon tava çok mu farklı sanki? Eti tavadan ayıran teknoloji virüsü de etimizden ayırsın bi zahmet.


Veya hadi diyelim bulaştı. O zaman da en azından bi bilelim, görelim yani neremize yapıştı bu meret. Oramızda buramızda mayın gibi taşıyoruz her yere. "Acaba şu an neremde?" belirsizliği geriyor bizi. Bir sürü canım kimyasallarımız var. Sürelim güzelceneme. Temas etti mi, anında bir renk değişimi, bi cümbüşlü bi’şeyler olsun istiyor insan. Fena mı olur? Baktık parmaklarımız mavili, yeşilli; yanaklarımız fuşya, lila; hemen yıkayalım, kurtulalım. Süper fikirler bence.

  • Böylece virüsün yayılma hızını düşürdük mü? Hem de nasıl?

  • Hasta sayısı düştü mü? Süper!

  • Maskesi, koruyucu malzemesi, yoğun bakımı, tüpü, hortumu, zumu bitti mi? Aynen aynen.

  • Hayat başladı mı yeniden? Ağlıycam, sus artık!

  • Döndük mü ofislere, okullara, avm’lere, sıkışık trafiklere? Allaaaah !!

Hadi cümleten geçmiş olsun!


Hangisi olursa, kabulümüzdür. Ya kaydıralım ya da görelim.

Bakın yalnız nano teknolojinin altını çiziyoruz. Çamaşır suyu, tuzruhu, kireç sökücü falan nano diye getirmeyelim lütfen. Ama sıvı kriptonit olur. O sanki bu işi çözer. İnsan sağlığına da zararı yok. Superman değiliz hiçbirimiz çok şükür.


Şimdi şöyle elden ele, ilim irfan sahibi insanlarımıza ulaştırabilirsek projelerimizi bi zahmet. Az biraz kasarsak, Ramazan bayramına yetişir en geç. Daha ev baklavası gömücez misafirliklerde.


Hadi bakalım. Tüm ekiplere başarılar.


Bakın, fikirler saçmaysa da sorumluluk almıyorum, baştan söyleyeyim. Linkedin diye geldik, Linçedin demiyoruz kimseye ;) 


(1) Yıllarını bu uğurda feda etmiş biri: İnanmayan bi’ zahmet bir önceki yazıyı okusun. (2) Tuentin Qarantino : Yıllarca yerli yersiz yaptım bu şakayı. Meğer bu virüs olayı içime 6.His oluyomuş da haberim yokmuş.


MUTLU SON


Bu yazı ilk olarak LinkedIn'de yayınlanmıştır : LinkedIn

47 views

Recent Posts

See All

hiskonto

Comments


bottom of page